Türkiye’de eğitim tartışmaları bitmez.

Her yeni bakan, “devrim” diye sunduğu değişikliklerle sahneye çıkar; müfredat yeniden yazılır, sınav sistemleri değiştirilir, kılık kıyafetten ders kitaplarının kapaklarına kadar her şeyle oynanır.

Fakat köklere dokunulmaz.

Çünkü asıl mesele, yüzeydeki değişiklikler değil, zihniyetin nereden beslendiğidir.

Bizim eğitimimizin rotası hâlâ kendi yıldızlarımızdan değil, dışarıdan dayatılan pusulalardan çiziliyor.

...

Bugün eğitim sistemimizin temelinde, yıllar önce Washington’da kurulan bir masa var: Fullbright.

O masadan kalkıp da kendi değerlerimizin ışığında yeni bir düzen kurmadığımız sürece eğitimimiz hep başkalarının kaleminden çıkmış reçetelerle şekillenecek. Kendi çocuklarımızı kendi medeniyetimizin ihtiyaçlarına göre değil, küresel sistemin taleplerine göre yetiştirmeye devam edeceğiz.

Oysa bu topraklar, tarih boyunca ilmin ve hikmetin merkezlerinden biri oldu.

Bir zamanlar medreselerimiz yalnızca dini ilimlerin değil; astronominin, matematiğin, tıbbın ve felsefenin de beşiğiydi.

İbn Sina’yı, Ali Kuşçu’yu, El Cezeri’yi yetiştiren ruh, işte o medreselerde filizlenmişti.

Bugün “medrese” kelimesi dar bir çerçevede algılansa da, aslında tam anlamıyla başlı başına bir ilim evi demektir.

...

Bugün ihtiyacımız olan şey, geçmişi birebir kopyalamak değil; o ruhu yeniden üretmektir. Çağın teknolojisiyle, yapay zekâsıyla, bilimsel keşifleriyle donatılmış yeni bir medrese modeli kurmak zorundayız.

Yani; teknoloji ve hikmeti harmanlaştırmış şekilde bir model oluşturmalıyız.

Bu modelde:

Bilim ile dini karşı karşıya koymayan, ikisini insanlığın hakikat arayışının iki farklı kanadı gibi gören bir bakış açısı hâkim olmalı. Ki bu iki kanat ile ancak ve ancak sağ ve salim uçulabilir.

Ezberin değil üretimin merkeze alındığı, öğrenciyi pasif dinleyici olmaktan çıkarıp araştırmacı, düşünen ve üreten birey yapan bir müfredat inşa edilmeli.

Öğretmen, sadece müfredatı uygulayan bir memur değil; fikir ve ilmin öncüsü olarak konumlandırılmalı.

Eğitim, sınav odaklı bir maratondan çıkarılmalı, öğrenciyi hayata hazırlayan bir yolculuğa dönüştürülmeli.

Bu dönüşüm, sadece okulları değil, toplumu da dönüştürecektir. Muhakkak bu değişim hemen meyvesini vermeyecektir. Nerden baksanız 20 yıl sonra belki ilk meyvesini verecektir.

Ama verecektir!

İşte tüm bunları yapmak, bir ülkenin zihinsel bağımsızlığının teminatıdır.

...

Bugün le geldiğimizde ise bugün atılan adımlar arasında en dikkat çekici olanı kuşkusuz Maarif Modelidir. Yıllardır tartışılan yapısal sıkıntılara karşı bu model, ezberden üretime, tek tipçilikten bireysel farklılıklara yönelen bir yaklaşımın sinyalini veriyor.

Elbette tek başına yeterli olmayacaktır; fakat bu köklü değişim yolculuğunda ilk ciddi adım olarak görülmelidir. Maarif Modeli, doğru yönde açılmış bir kapıdır; mesele, bu kapının arkasında yeni bir medrese ruhunu çağın teknolojisiyle birleştirecek vizyonu inşa edebilmektir.

...

Bugün. Yani 24 Ağustos Pazar. Saat 15.30 dan itibaren boğazda eşsiz bir MAVİ VATAN etkinliği düzenlenecek.

“Mavi Vatan” denildiğinde hepimizin aklına denizlerimiz gelmektedir.

Fakat aslında eğitim de bu milletin bir Mavi Vatanıdır. Çünkü denizlerde harita çizmek neyse, fikirlerde harita çizmek de odur.

Eğer eğitimde kendi haritamızı çizemiyorsak, başka milletlerin haritalarında kayboluruz.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın önünde asıl mesele budur: Eğitimde Mavi Vatan’a açılmak.

Yani kendi ufkumuzu, kendi rotamızı, kendi pusulamızı oluşturmak.

Çocuklarımızın zihinlerini Batı’dan ithal kalıplarla değil, kendi medeniyetimizin köklerinden besleyerek çağın teknolojisiyle donatmak.

Bu bir tercih değil, bir zorunluluktur.

Çünkü çağın fırtınaları sert esiyor.

Yapay zekâ, biyoteknoloji, uzay yarışları, siber güvenlik… Bunlar yalnızca teknoloji başlıkları değil; aynı zamanda bağımsızlığımızın yeni cepheleri.

Eğer eğitimimiz bu alanlarda milli bir ufuk koymazsa, geleceğimiz de başkalarının tasarladığı bir yazılımın alt programı olmaktan öteye geçemez.

...

Velhasıl, Türkiye, yüzyıllardır rotasız bir gemi gibi dalgalar arasında savruluyor.

Eğitimde sürekli sistem değiştiriyoruz ama hiçbir zaman yeni bir rota çizemiyoruz.

Çünkü kendi haritamızı masaya koymuyoruz.

Artık vakit geldi.

Eğitimde yeniden inşa, bir medrese ruhunu çağın teknolojisiyle birleştirmekle mümkündür.

Bu, ne geçmişin körü körüne tekrarı ne de Batı’nın reçetelerinin taklidi olacaktır.

Bu, bizim medeniyetimizin hakikat arayışını 21. yüzyılın imkânlarıyla birleştiren yeni bir vizyonun ta kendisi olacaktır.

Şunu açıkça söylemek gerekir ki; Milli Eğitim, kendi Mavi Vatanına yelken açmadıkça hiçbir şey değişmeyecek.

Ve bu Mavi vatana atılan ilk adım olan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli daha da genişletilerek zihinlerde çağlar kapatıp çağlar açmalıdır.

Kalın sağlıcakla...