Ferdi ZEYREK'e rahmetle...

...

Bu ülke bir dikenliktir.

İnsan yürümeyi öğrenmeden önce çarpılmayı öğrenir burada.

Üst geçit yoktur ama yıldırım hızında arabalar vardır.

Kaldırım vardır ama çukurla, rögar kapağıyla, eğimli taşla…

Sokak lambası vardır ama telinden ölüm sarkar.

Burada hayat, korunaksızdır.

Bir sabah uyandığınızda kapı koluna dokunmakla, bir sokak lambasının dibinden geçmekle, bir kaldırım taşına basmakla hayatınız son bulabilir.

Çünkü bu ülkede ölüm, büyüleyici bir planla değil; küçük bir ihmalle gelir.

Bir tesisat hatası, bir dilekçe eksikliği, bir “yarın hallederiz” sözü kadar ucuzdur hayat.

Ve bu yüzden de cenazeler aynı kalıp cümlelerle uğurlanır:

“Talihsiz bir olay...”

“İhmaller zinciri...”

“Yargıya intikal etti...”

Ama kimse şunu sormaz:

“Neden bu kadar çok ‘talihsiz olay’ var?”

Ve neden bu olaylar hep bizim başımıza geliyor?

Bir başkan hayatını kaybedebilir bu düzende.

Bir çocuk hayatını kaybedebilir.

Bir yaşlı kadın, balkon korkuluğuyla birlikte düşebilir.

Ve biz bunu haber bülteninde izleyip yemek yemeye devam edebiliriz.

Çünkü burada ölüm, artık yalnızca acıklı değil, aynı zamanda alışılmış hale gelmiştir.

Burada herkes biraz “ihmal kurbanıdır.”

Ve en korkuncu, artık bu gerçeği kanıksıyor olmamızdır.

Bir mazgal kapağı çalındığında “kimse düşmesin” diye dua etmekle yetiniyoruz.

Bir başıboş köpek saldırdığında “umarım bizim çocuk değildir” diye geçiştiriyoruz.

Bir asansör boşluğuna düşüldüğünde “ben olabilirdim” deyip TV’yi kapatıyoruz.

Oysa hepimiz sıradayız.

İhmaller, planlı katiller gibi, rastgele seçmiyor.

Yavaş yavaş yaklaşıyor.

İşini yapmayan bir görevli, mühürlemeyen bir memur, denetlemeyen bir müdür, susturulmuş bir yönetmelik…

Hepsi birleşiyor.

Ve bir gün biri ölüyor.

İşte o zaman herkes konuşuyor.

Ama mesele konuşmak değil.

Mesele önceden görmek.

Mesele, “başımıza gelmeden” harekete geçmek.

Bu ülke bir dikenliktir dedim ya…

Kimi üstünden sekerek geçer, kimi çıplak ayakla.

Ama birileri hep kanar.

Ve biz hâlâ kanın rengine göre yas tutuyoruz.

Oysa kan birdir.

Acı birdir.

İhmalin dini, kimliği, makamı olmaz.

Bir çocuk ölünce ne kadar acıyorsak, bir başkan ölünce de o kadar acımalı.

Bir başkan için ayağa kalkıyorsak, sokakta parçalanan çocuk için de yer yerinden oynamalı.

Yoksa her ölüm, yeni bir suskunluk yaratır.

Ve bu suskunluk, ihmali büyütür.

Dikenli yolda yürümemek için artık yolun kendisini değiştirmemiz gerekiyor.

Yoksa sırada kimin olduğunu sadece zaman gösterecek.

Ve biz yine “ihmaller zinciri”nin son halkasında birbirimize bakacağız:

“Neden hiçbir şey yapmadık?”