Bir milletin gerçek kalesi sınır karakolları değil; evin kapısından bir adım dışarı atınca başlayan o küçük dünya: Mahalle.

Biz o mahalleyi kaybettikçe sadece yalnızlaşmadık aynı zamanda çocukluğumuzu, samimiyetimizi, birlik ve beraberliğimizi, dayanışmamızı da kaybettik.

Bir zamanlar mahalle dediğin yer, bir oyun alanı değil; bir hayat mektebiydi.

Akşam ezanına kadar süren saklambaçlar, günlerce süren misket turnuvaları, ip atlayan kızlar, taşlarla çizilen seksekler, “Üç taşta kim şampiyon?” diye yapılan hararetli tartışmalar…

Mahalle, aslında oyunun adıyla değil; kurallarıyla, kahkahasıyla, dostluğuyla bir kültürdü.

O oyunlar sadece eğlence değildi;

kardeşlik öğretiyordu, paylaşmayı öğretiyordu, yenmek kadar yenilmeyi de öğretiyordu.

Kabullenmenin de bir seçenek olabileceğini hatta bazı kabullenmelerin olgun ve onur bir davranış olduğunu da öğretiyordu.

Velhasıl bir çocuğun karakteri mahallede pişiyor, büyüklerin nasihati oyun arasında bile yankılanıyordu.

Bugün ne mi oldu?

Tüm oyun alanlarında betonlar yükseldi, binalarda asansörler çoğaldı, kapılar kilitlendi.

Selam vermeden yaşanılan apartmanlar, komşusunu tanımayan binalar, sokakta oynayacak çocuk bulamayan mahalleler…

Samimiyetin kokusu çekildi sokaklardan; yerine ise yalnızlığın soğuk nefesi yerleşti.

...

Mahallenin manevi iklimi de oyunlarla şekillenirdi.

Bir topun peşinde koşarken büyüklere hürmeti öğrenirdik.

Bir saklambaç oyununda gece karanlığına rağmen güvenirdik.

Çünkü bilirdik:

Bu mahallede kimse kimseyi yalnız bırakmaz.

Şimdi ise herkes ekranların arkasında, çocuklar sanal oyun altında her daim kaybedecekleri bir savaş içinde; birbirine dokunamadan, göz göze gelemeden büyüyor.

...

Kopukluk sadece nesiller arası değil; kalpler arası da büyüyor.

Bugünkü dağınıklığımızın, güvensizliğimizin, manevi boşluklarımızın temelinde işte bu var:

Mahalleyi kaybettik.

Mahalleyle birlikte birlik duygusunu, dayanışma

sıcaklığını, “biz” olma kültürünü yitirdik.

Ama bu kaybın geri dönüşü var elbet.

Selamı çoğaltarak, mahalle sakinlerini yeniden bir araya getirerek, çocuklara sokağı tekrar sevdirmekle başlar her şey yine yeniden.

Bir topun sesi, bir saklambaç çığlığı, bir komşu kapısının “gel bir çay iç” daveti…

İnanın, bunlar sadece anı değil, aynı zamanda toplumu ayağa kaldıracak reçete.

Çünkü mahalle geri gelirse, sadece geçmişi değil,

birlikte nefes alan bir geleceği de geri kazanacağız.

Ve unutmayalım:

Evden önceki son kale yıkılırsa toplum dağılır.

Ama o kaleyi yeniden kurarsak; çocukluğumuz, kardeşliğimiz ve manevi iklimimiz yeniden hayat bulur.

Kalın sağlıcakla.