Hatırlıyorum; ortaokul ve lise yıllarımızda neredeyse her kanalda aynı başlıklar dönerdi:
“Çocuk işçi!”
Ekranlar ayağa kalkar, köşeler dolup taşar, manşetler birbiriyle yarışırdı.
O günlerde samimi bir hassasiyet sanırdım.
Bugün ise asıl derdin ne olduğunu çok daha net görüyorum.
Asıl dert, bir yarayı iyileştirmek değil; o yarayı kaşıyıp kanatmak, sonra da kanayan yerden yeni ve daha büyük yaralar üretmekmiş.
Asıl dert, “çocuk işçi” söylemiyle toplumun vicdanını harekete geçirirken, arka planda çocukları tek tip, zorunlu ve sorunlu bir eğitim sistemine mahkûm etmekmiş.
Bakınız, burada bir kavram karmaşasını özellikle ayırmak gerekiyor.
Ben “okumak kötüdür” demiyorum.
Bilakis, okumak kıymetlidir, ilim değerlidir, eğitim bir milletin istikbalidir.
Ama herkesi aynı kalıba sokarak, her çocuğu aynı yükle, aynı hızda ve aynı yoldan yürütmeye çalışmak büyük bir adaletsizliktir.
Basit bir örnekle anlatayım:
Beş kilo bile taşıyamayacak birinin sırtına kırk kilo yüklerseniz, o yük ne ilim olur ne gelecek.
Taşıyamaz.
Taşısa bile bir yerden sonra çöker.
Ya beli gider, ya psikolojisi, ya da hayata olan inancı…
Bugün “suça sürüklenen çocuk” diye konuştuğumuz birçok hikâyenin arka planında işte bu gerçek yatıyor.
Çocuk, kabiliyetiyle, mizacıyla, ilgisiyle örtüşmeyen bir sistemin içine zorla sokulmakta.
Hal böyle olunca maalesef başaramıyor.
Başaramadıkça suçlanıyor.
Suçlandıkça öfkeleniyor.
Öfkelendikçe sistemin dışına itiliyor.
Sonra dönüp diyoruz ki:
“Bu çocuklar neden böyle?”
Oysa kimse şunu sormuyor:
Bu çocuklar neden hayata tutunacak bir alan bulamadı?
Neden erken yaşta sorumluluk almayı, üretmeyi, bir işin ucundan tutmayı “ayıp” ya da “geri kalmışlık” saydı?
Neden alın terini suçla, emeği eksiklikle, ustalığı cehaletle eş tuttu?
Çocuk çalıştırmak elbette sömürüdür, buna kimsenin itirazı yok.
Ama çocuğu hayattan koparmak, onu yalnızca sınavlara, testlere, sıralamalara mahkûm etmek de başka bir sömürüdür.
Bu, görünmeyen ama çok daha derin bir sömürüdür.
Bir çocuğun erken yaşta meslekle tanışması suç değildir.
Bir ustanın yanında edep öğrenmesi, bir işin ahlakını kavraması, alın terinin kıymetini bilmesi suç değildir.
Asıl suç; onu ne yeteneğine ne de fıtratına bakmadan, “herkes okuyacak” diyerek aynı tünelin içine sokmaktır.
Bugün konuşmamız gereken şey şudur:
Suça sürüklenen çocuk değil, hayattan dışlanan çocuk vardır.
Ve bu dışlanmanın en büyük sebeplerinden biri, iyi niyetle süslenmiş ama adaletsizlik üreten eğitim anlayışıdır.
Eğer gerçekten çocukları korumak istiyorsak;
Onları rakamdan ibaret görmeyen,
Kabiliyetini merkeze alan,
Mesleği aşağılamayan,
Emeği suç gibi göstermeyen
bir düzeni cesaretle tartışmak zorundayız.
Aksi halde manşetler değişir, kavramlar değişir ama çocukların kaderi değişmez.