Tekirdağ’da yapılan CHP il kongresi, belki de partinin son yıllardaki en çarpıcı sahnelerinden birine tanıklık etti. Çerkezköy Belediye Başkanı Vahap Akay kürsüye çıktığında salonda alışılmış bir konuşma beklentisi vardı; ama o kürsüde biriken yılların sitemi, kırgınlığı ve öfkesi bir anda taştı.

Akay, partisinin bazı mensuplarını “ihanet”le suçladı, disiplin kurullarına meydan okudu ve sonunda herkesin aklına kazınan o cümleyi kurdu:

“Kovun beni bu partiden!”

Bu söz aslında sadece bir çıkış değildi; bir dönemin, bir anlayışın, bir bıkkınlığın dışavurumuydu. O cümlede yalnızca Vahap Akay yoktu; yıllardır partiye emek vermiş, alın teriyle kazandığı başarıların karşılığında köstek gören, yok sayılan yüzlerce partilinin sesi yankılanıyordu.

Akay, açıkça örgüt içindeki gruplaşmalardan, bazı üyelerin seçim döneminde başka partilere çalıştığından, hatta bağımsız aday çıkaracak kadar ileri giden bir organizasyondan bahsetti. Bu iddialar, yereldeki tabloyu anlatmaktan çok daha fazlasını işaret ediyordu: Parti içinde sadakat ve samimiyetin yerini uzun zamandır kişisel hesaplar ve "klik" mücadeleleri almıştı.

CHP, tarihi boyunca kurumsal bir parti olmanın gururunu taşıdı.

Ancak o kurum kültürü, zamanla hiyerarşiden çok bir kast sistemine dönüştü.

Parti içi rekabet, fikir çatışmasından ziyade kişisel konum kavgasına evrildi.

Akay’ın öfkesi tam da buna duyulan bir tepkiydi.

Çünkü bir belediye başkanının “kendi teşkilatım bana ihanet etti” diyebildiği bir ortamda sorun kişilerde değil, sistemdedir.

Akay’ın “Disiplin Kurulu’na kendimi ihbar ediyorum” sözü, ironik bir meydan okumaydı.

Mesele disiplin değil, adaletti.

Çünkü bir partide adalet duygusu zedelenmişse, tüzük sayfaları hiçbir işe yaramaz.

Disiplinle bastırılan her itiraz, ileride daha büyük kırılmalara dönüşür.

Bu yüzden Akay’ın öfkesi, aslında partiye duyulan bir sevginin bozulmuş hâlidir. İnsan, kopmaya yüz tuttuğu yere bu kadar öfkeyle sarılmaz. O öfke, “beni duyun” çağrısıdır.

Vahap Akay, Çerkezköy’de üç dönemdir halkın desteğini alabilen bir belediye başkanı. Yani sahada karşılığı olan bir isim. Bu yüzden onun sözleri kişisel bir isyan değil, yerel yönetimlerin parti içindeki konumuna dair ciddi bir uyarı niteliğinde.

Uzun süredir CHP’nin yerel yönetimlerdeki başarıları, örgüt içi huzursuzluklarla gölgeleniyor. Bir yanda seçimi kazanan başkanlar, diğer yanda o başarının altında imzası olduğunu düşünen örgüt emekçileri...

İki taraf da birbirini anlamıyor. Akay’ın çıkışı, sahayla masa arasındaki o uçurumun yansımasıydı.

Bugün CHP’nin yaşadığı kriz, ideolojik bir kriz değil; temsil krizi.

Partide kim kimi temsil ediyor, kim kimin adına konuşuyor, kim hangi hakkı kimin için kullanıyor? Bu soruların net bir cevabı yok. Birileri Ankara’da karar alıyor ama o kararların yükünü Çerkezköy’de, Süleymanpaşa’da, Kapaklı’da halkla yüz yüze olan insanlar taşıyor. Bu kopukluk, yerelde partiye güç katan isimleri bile “bari kovun da kurtulalım” noktasına getiriyor.

Belki o gün o salonda yaşananlar bir kongre tartışmasıydı ama siyaset açısından bir kırılma anıydı. Çünkü partiler, kendi evlatlarının çığlıklarına kulak tıkadığında içten içe çürümeye başlar. Vahap Akay’ın çıkışı, sadece Tekirdağ CHP’si için değil, Türkiye’deki tüm siyasi yapılar için bir aynadır:

Kendi içindeki adaleti sağlayamayan bir yapı, ülkeye adalet vaat edemez.

Bu çıkışın Çerkezköy’deki yankısı ise oldukça dikkat çekici.

İlçede uzun yıllardır CHP’ye gönül veren seçmenler, Akay’ın sözlerini bir “isyandan” çok “haklı bir haykırış” olarak yorumluyor. Sokakta konuşulan, kahvelerde fısıldanan şey şu: “Başkan doğru söylüyor ama bedelini ödeyecek.”

Kimi partililer Akay’ın sert üslubunu eleştiriyor, kimileri ise “nihayet biri konuştu” diyor. Fakat herkesin üzerinde uzlaştığı bir gerçek var: Bu sözlerden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Akay o gün salondan çıktı, ama o sözler salonda kalmadı; Tekirdağ’a, Çerkezköy’e, hatta Ankara’ya kadar yankılandı. Ve o yankı, CHP’nin önümüzdeki dönemde vereceği en zor sınavın başlığı oldu:

Sadakat mi, samimiyet mi?

Kalın sağlıcakla...