"Türkiye sancı çekiyor… Ama bu sancı bir hastalığın değil, bir doğumun habercisi."
İster beğenin ister beğenmeyin…
Türkiye’de resmen yeni bir medeniyet inşa ediliyor.
Yaklaşık 8-9 yıldır hızla ilerleyen bu sürecin kökleri çok daha eskiye dayanıyor.
Yıllarca bastırılmış bir ruhun, küllerin altından yeniden nefes alması gibi.
Şimdi artık o nefes, bütün bir milleti sarıyor.
Fakat her doğum gibi bu da sancılı.
Toplumun damarlarında sarsıntılar, siyasette gerginlikler, ekonomide dalgalanmalar, kültürdeki çatlaklar...
Ama bütün bunlar bir çöküşün değil, bir yeniden doğuşun işaretleridir.
...
Bir anne, doğum vakti yaklaşırken bedeninde çatlaklar, yorgunluklar görür.
Kimi buna “bozulma” der; ama o anne bilir:
O çatlaklar, içinde yeni bir canın büyüdüğünün delilidir.
Bugün Türkiye de tam olarak o anne gibidir.
Evet, bedeni yorulmuş, bazı uzuvları sızlıyor, bazı olumsuz tepkiler olabilir.
Ama tüm bunlar,bir bitişi değil; bir doğumun arefesini göstermektedir.
Ve o doğum gerçekleştiğinde, anne hem eski güzelliğine kavuşur hem de artık daha güçlüdür.
Çünkü doğurduğu şey, kendi varlığının devamıdır.
Biz de şimdi, bu sancıların içinde kendimizi yeniden doğuruyoruz.
...
Bugünün gençliği, sadece bir nesil değil; bu doğumun kalbidir.
Onlar artık yalnızca sınav kazanan değil, ülke inşa eden bir gençliktir.
TEKNOFEST meydanlarında, Bayraktar’ın gölgesinde, TCG Anadolu’nun güvertesinde, Togg’un direksiyonunda, bu ruhun izleri vardır.
Bu gençlik, bir ideali yeniden hatırlıyor:
“Biz başkalarına benzemek için değil, kendimiz olmak için varız.”
İşte bu anlayış, bir medeniyetin yeniden doğuşunun ilk nefesidir.
...
Savunma sanayindeki atılım, sadece teknik bir ilerleme değil; bir ruhun dirilişidir.
Kendi silahını üreten millet, kendi iradesini de savunur.
Kendi gemisini yapan millet, kendi kaderini de yazar.
Artık gökyüzünde başkalarının izini takip eden değil, kendi semasında özgürce süzülen bir ülke var.
Bu, modern çağın zırhıyla kuşanmış bir maneviyat hamlesidir.
Ve her yeni zırhın kalbinde, asırlardır direnen bir ruh atıyor.
...
İşte tüm bunların yeşerdiği ülkemiz, haritada bir ülke değil, medeniyetlerin kesiştiği kalptir.
Doğu’nun hikmetini, Batı’nın tekniğini, Kuzey’in direncini, Güney’in merhametini aynı potada eriten bir anlam.
Bugün dünya yeniden şekillenirken, Türkiye sadece izleyen değil, şekil veren bir aktör hâline geliyor.
Küreselcilik ile ulusalcılık arasındaki mücadelede bu topraklar, üçüncü bir yolu işaret ediyor:
Ne başkalarının masasında yer bekleyen bir ülke, ne de kendi içine kapanan bir ada.
Bu millet, vicdanın merkezinde duran bir güç olarak yeniden sahneye çıkıyor.
Ve belki de Türkiye ilk kez bir köprü değil de bir merkez rolüne bürünmüş durumda.
...
İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeni artık çatırdıyor.
Ekonomik sarsıntılar, enerji savaşları, dijital hegemonya ve kültürel çöküş...
Hepsi aynı gerçeği söylüyor:
Eski sistemin ömrü doldu.
Ama unutmayalım; her çöküş, yeni bir doğumun kapısıdır.
Ve o kapı şimdi Anadolu’da aralanıyor.
Bu topraklar, yüzyıllardır olduğu gibi yine tarihin doğumhanesi.
...
Bugün Türkiye’de yaşananları sadece istatistiklerle yahut sadece siyasetle açıklayamazsınız.
Bu, bir ruh hareketidir.
Köklerinden koparılan bir milletin yeniden kendi öz suyunu bulmasıdır.
Bazen dışarıdan bakıldığında yara gibi görünür; ama o yara, aslında yeni bir kalbin atmaya başladığı yerdir.
Ve o kalp, şimdi Anadolu’nun derinliklerinden yeniden ses veriyor:
“Ben varım.
Ben yeniden doğuyorum.”
...
Velhasıl,
Sancılar bitecek.
Doğum gerçekleşecek.
Ve bu topraklar, kendi öz güzelliğine belki de tarihinin en görkemli hâline kavuşacak.
Çünkü tarihin bizzat bu aziz millete bir sözü ve de bir borcu var.