Tohumdan Bedene Uzanan Zincir

"Önce tohum sattılar. Bu tohum böcekleri çekti. Böceklerden kurtulmak için al ilacı dediler, bu da hasta etti. Hasta olunca da al aşı dediler. Tüm bunları yapan hep aynı şirketti."
Tohum denince aklıma Oktay Sinanoğlu’nun Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun bu sözleri gelir.

...

Bir ülkenin bağımsızlığı bazen sınır kapılarında değil, tarlasında başlar.

Çünkü toprağa ne ektiğiniz, sofraya ne koyduğunuzu; sofraya ne koyduğunuz ise bedeninizi ve iradenizi belirler.

Tohumla başlayan, ilaçla devam eden, aşıyla tamamlanan bir bağımlılık döngüsü...

Bugün mesele yalnızca tarım değildir. Mesele, üretimin kontrolünün kimde olduğu meselesidir.

Yerli tohumu terk ettiğiniz an, yalnızca genetiği değil, kaderi de dışarıdan satın almaya başlarsınızın meselesidir bugünkü mesele.

Dışarıdan alınan tohum "sana özeldir".

O tohum toprağa uymaz, böcek gelir.

Böcek için kimyasal önerilir, kimyasal toprağı yorar.

Toprak yorulunca ürün zayıflar, insan zayıflar. Bu sefer sahneye sağlık sektörü çıkar. Çözüm yine hazırdır: yeni bir ürün, yeni bir bağımlılık.

Burada asıl soru şudur:

Sorunu üretenle çözümü satan neden hep aynıdır?

Bu bir tesadüf değildir.

Bu, modern çağın parçalı çözüm mantığıdır.

Bütünü iyileştirmek yerine, parçaları yöneterek kâr üretme anlayışı…

İnsan artık hasta olmadan da “potansiyel hasta” kabul edilir.

Toprak verimsizleşmeden de “riskli” ilan edilir.

Bu arada elbette şunu unutmamak gerekir.

Tüm bunlar yaşanırken sağlıklı bir şekilde uyulması için bir şey gereklidir:

Korku!

Korku, bu sistemin en büyük sermayesidir.

Bunun için de yegane yardımcı unsur medya.

Hatırlayalım bir kovid dönemi geçirdik. İlk zamanlarda televizyonlarda, sosyal medyada hemen hemen her yerde aynı görüntüler dolaşıyordu:

Astronot kostümlü doktorlar ve sokaklarda titreye titreye ölenler.

Sonrası ne oldu?

Burasını sizlere bırakıyorum.

...

Bilim elbette değerlidir.

İlaç da, aşı da, teknoloji de gereklidir. Ancak bilim insanın hizmetkârı olmaktan çıkıp pazarın aparatı hâline gelirse, orada durmak gerekir.

Yahut bilim, BİLL'in olursa çok çok tehlikelidir.

Çünkü o noktadan sonra amaç iyileştirmek değil, süreklilik sağlamaktır: Sürekli tüketen bir beden, sürekli satın alan bir toplum.

Bu yazıyı okuyanlar “karşı mısın?” diye sorabilir.

Bilime karşı mısın? Diye hemen tepki gösterebilir.

Hayır ben BİLL'e karşıyım.

Ben insanların alternatifsiz bırakılmasına karşıyım.

Ven göz göre göre lades olunmasına karşıyım.

Karşı olduğum şey, toprağın bilgisinin köylüden, bedenin bilgisinin insandan alınması.

Ve hemen hemen her şeyin adeta mekanik bir sisteme çevrilmesine karşıyım.

Velhasıl karşı olduğum şey, her krizin aynı merkezden yönetilmesi.

Diyeceğim şudur ki;

Kendi tohumunu saklayamayan, kendi geleceğini de saklayamaz.

Kendi bedenine yabancılaşan bir toplum, kararlarına da yabancılaşır.

Tarihine, kültürüne, gelenek ve göreneğine de yabancılaşır.

Çünkü biliyoruz ki boğazdan giren her şey kana karışır.

Kan ise insan ve insanlığın fıtratına değiştirebilecek bir güce sahiptir.

Şimdi soruyorum.

Bizi gerçekten iyileştiriyorlar mı?